4 Mart 2015 Çarşamba

Film Önerisi: Love,Rosie


Film Önerisi: Love, Rosie

Filmden bahsetmeden önce aslında bu yazıyı yazmamın asıl sebebini en başta vermek istiyorum. Kitaptan uyarlama olan bir filmi izlemeden önce, kesinlikle öncelikle kitabını okuyan ben, neden artık kitabını okumadan önce film uyarlamasını izliyorum? Çünkü...


"Love, Rosie" 2014 yapımı bir romantik, komedi. Ancak ben bu tarz filmlere
ciciş film demeyi tercih ediyorum. Tam anlamıyla insanı yormayan, yeri gelince üzen yeri gelince güldüren yeri gelince durumun duygusallığından"Ayyyy." dedirten bir film. B
ambaşka bir kültürün üstüne işlenmiş filmde -en azından benim için-  bolca İngiliz aksanı ve "babaya bak be Türkiye'de olsa..." bulabilirsiniz. 
 Başrollerinde Lily Collins ve Sam Claflin 'in yer aldığı film beyazperde.com 'daki bilgiye göre Türkiye'de 6 Mart 2015'te vizyona girecekmiş. Şans eseri ben de tam film vizyona girmeden yazısını yazmış bulundum, sinemada bu tarz filmleri izlemek isteyenler için bence çok hoş bir alternatif. Amaaaa ben staj yapıyor olduğum için muhtemelen izlemeye gidemeyeceğim.

Şimdi bu yazının ana fikrine geri dönersek, yaratıcı olanlar artık sadece yazarlar mı? Neden dizi ve film senaristleri son dönemlerde yeni bir hikaye yazıp yaratıcılığını ortaya saçmak yerine kitapları uyarlamaya bu kadar alıştı? Artık bir kitabı okuduğumda, bakayım bunun filmi var mı, demiyorum. Aksine bir filmi izlediğimde, inşallah bunun kitabı yoktur, diyorum. Çünkü bilsem öncelikle kitabı okurum ben her zaman. Ama artık bu mümkün olmuyor. Elbette hala hiçbir kitapla bağlantısı olmayan filmler çekiliyor, hala çok iyi senaristler var ama bu, sektördeki -bence- hoş olmayan alışkanlığı engelleyecek kadar değil.
 Ciddi bir Harry Potter hayranı olduğum halde ezbere bildiğim kitaplarını her tekrar okuyuşumda gözümde hala başka bir Hermione canlanır, Emma Watson değil. Ya da Twillight'i okusam farklı bir Edward, Divergent'i okusam farklı bir Beatrice belirir hayalimde. Böyle de olması gerektiğine inanıyorum. Kitaplar hayal gücü ürünüdür ve okuyucunun hayalleriyle zenginleşip büyür. Ama iyi kitapların -özellikle kurguların- birkaç oyuncunun -şanslıysak- kaliteli oyunculuk kabiliyetleriyle sınırlandırılması bence kitaplara yapılan ciddi bir haksızlık.
 Şimdi böyle bir iklimde kaç çocuk, filmi olan bir kitabı okuma ihtiyacı hisseder? Ya da gerçekten okuyup hayal eder? Hayal gücünü öldüren hareketler değil mi bunlar? 

NOT: Evet Love, Rosie de -filmi izledikten ne yazık ki sonra öğrendim.- Cecelia Ahern'in "Where Rainbows End" isimli romanından uyarlanmış.

16 Temmuz 2014 Çarşamba

Geçecek...



Büyümek belki de öyle kötü bir şey değil.

Geçecek... Geçecek. Bazen insan ne çok zorlanıyor. Hayat ne çok şeyle karşılaştırıyor. İnsan ne çok şeye alışıyor. 
Bu günler kendimi değişik hissettiğim günler... Her sabah içim biraz daha büyüyor. Acı büyüyor, özlem büyüyor ama onlarla baş etmeye çalışan her yanım daha da çok büyüyor. Her sabah biraz daha büyük bir sabır stoğuyla uyanıyorum. Tepkilerim, düşüncelerim, davranışlarım... Her şeyde bir değişiklik var. Bir yoldan geçiyor gibiyim. Ucu neresi bilmiyorum ama farklılıklar var. Görüş şeklim bile değişiyor sanki. 
Uzun zamandır ilk kez kendimi yaşımla bir hissediyorum.
İçimdeki çocuk mu ölüyor.
Yoksa içimdeki çocuk mu büyüyor.
Kime ne oluyor, bana ne oluyor bilmiyorum ama... İyi geliyor.

15 Temmuz 2014 Salı

İsimsiz


Herkesin kendince doğruları, yanlışları, hayalleri, hataları, umutları, hedefleri var. Ulaşmak istedikleri noktalar, düşler... Herkese baktıktan sonra dönüp bir kendime bakıyorum ama bendeki manzara biraz daha ilginç. Bu dönem kariyer planlama dersi alacağım. CV hazırlama, hedefler belirleme... Teoride hepsi aklımda ama pratiği düşündüğümde bazen öyle gözüm korkuyor ki aklım tekrar ve tekrar farklı bir geleceği düşlüyor; bir kafe açtığımı, kırmızı kadife güllü bahçesi olan bir evim olduğunu hayal ediyorum. 
İnsan seveceği insanı bilerek mi seçer bilmiyorum. 
Ama bende nasıl bir kafe hayali varsa O'nda da bir fırın düşü var. Komik gibi geliyor oysa ki çok doğal, mükemmel bir hayat. Her şeyden uzakken her şeyi düşlemek o kadar kolay ki...

En son okuduğum kitapta masal anlatan bir adam vardı. Oldukça yaşlı, bilge biriydi. Mükemmel hikayeleri vardı ama hikayelerine hiçbir zaman isim bulamazdı. "Her hikayenin bir ismi olmalı. Bunun ismi ne olsa, ne olsa... Neyse, bu da isimsiz olsun." derdi. İşte bu sefer bu da isimsiz olsun; içten, plansız, çabasız... Umut dolu bir yazı olarak burada dursun.                                                                                                           


12 Temmuz 2014 Cumartesi

Sen Kimsin?



- Sen kimsin?
- Ben herkesim. Doğru olduğuna inandığı birçok şey yapan, birçok hata yapan, birçok hayali olan, birçok şeyi kaybetmekten korkan, birçok şeyi seven, birçok şeyden nefret eden, sevdikleriyle mutlu olmaya çalışan biri. Herkes gibi... Ama aynı zamanda, ben hiç kimseyim. Birçok ideali olan, çabalayan, umutlanan, amaçları olan, bunlara ulaşmak için kendine has yollar arayan, kendi hayatından çok sevdikleri olan. Herkesim ve hiç kimseyim... Sadece benim.

4 Temmuz 2014 Cuma

James Lucas Scott


  Jamie. <3
  Aslında bugün için farklı bir yazı yazmaya niyetliydim ama bu çocuğu yazmazsam yapamayacağımı farkettim. Jamie, benim çok büyük hayranı olduğum bir karakter. 9 sezonluk One Tree Hill dizisini izlememin en büyük sebeplerinden biri (diğeri de daha önce yazdığım Peyton Sawyer ) Dizinin başlarında Jamie'yi değil, annesi ve babasının tanışmasını izledim ve ancak 5. sezonda Jamie ile karşılaşabildik. Hatta ekranda ilk gördüğümde fotoğrafını dahi çektim!
  Bu karakteri çook sevmemin sebebi ise çok tatlı, akıllı, zeki ve hayallerimdeki oğlan çocuğum olması. Ancak Google'da aratıldığı takdirde Jamie karakterini oynayan adamın (!) büyümüş hali ile karşılaşıyor insan. İsmine dahi bakmadım, benim için her zaman Jamie olarak kalacak.
  Bir gün bu diziyi izlemeyi düşünen olursa Jamie için izlenmeye değer.

3 Temmuz 2014 Perşembe

Kendine İnanmak



Hayatta hırs namına hiçbir duygudan nasibini almamış bir insanım. Bugün bir şey için hırs yaparım, beş dakika sonra bütün o düşünceler aklımdan uçar. Hiçbir şey için hırs yapamadım. Ama bu sefer yapabilmek istiyorum. Kendimi, kendime ispatlamak istiyorum.


  Bitip tükenmek bilmeyen isteklerim var. Ama onlar olmadan da yaşayabilir mi insan... Görmek istediklerim, yapmak istediklerim, başarmak istediklerim...
  Bir insanın kendini övmesi, iyi yönlerini gösterebilmesi kolay. Ama kendini en zayıf hissettediği, özgüvenini en çok parçalayan konuları böyle tüm çıplaklığıyla ortaya koyması zor. Şu an bunu yapıyorum. Bir manada kendimi ifşa ediyorum. Başarısızlığımı kendi yüzüme en açık şekilde çarpıyorum. Üst üste çarpıyorum. Çünkü başka türlü akıllanamıyorum. Arkamda durmaları, yanımda durmaları, karşımda durmaları... Hiçbiri işe yaramadı. Alay konusu olmak, ciddiye alınmamak... Bunlar bile işe yaramayacak belki de. Kendi kendimi ciddiye almadığım sürece hiçbir şey ve hiç kimse işe yaramayacak.
  Ulaşmak istediğimiz hedeflerimiz, büyük umutlarımız, amaçlarımız, isteklerimiz var. Kendimizi ciddiye alıp, hepsine bir bir ulaşabilmek dileğiyle... İlk gün başlasın.


14 Haziran 2014 Cumartesi

Dip Boyası



Hayat bir çizik atar kollarına,
Damlayan kanlarla tatmin olursun,

Sonra acının dip boyası gelir,
Tabir-i caizse...
Kuru kabukların yanında daha tazeleri sıralanır.
Yaralı ruha yaralı bedenler yakışır misali...
Her bir kesik özenle gizlenir el bakışlardan,

Oysa gözler kaybetmiştir ışığını.
Artık orada, yaşayan bir bedene sıkışmış,
Ölü bir ruh saklıdır...

İşte öyle...
Yıllar geçer.
Kollarda şırınga delikleri,
Deride kanayan jilet kesikleri...
Saate bakılır ve denir ki, öldü bu da şimdi.
Yanlıştır.
O, öleli yıllar geçti.


-06.04.2011